7 Temmuz 2011, Istanbul
Sayın Tanrı,
Umarım size ‘Tanrı’ diye hitap etmemde bir sakınca yoktur. Son haftalarda normal bir insanoğlunun düşünmesi gerektiğinden biraz daha fazlasını düşünmüşüm. Düşündüklerim arasında cümlesini kurabildiklerimi kalemim yettiğince yazmışım. Cümlesini henüz kuramadığım düşüncelerimi ise biraz yüksek sesle düşünmüş olsam gerek ki insanoğulları akıl sağlığımı yitirdiğime kanaat getirdi (Bu noktaya kadarki cümlelerimde eylemlerimden miş’li geçmiş zamanla bahsetmem, bahsi geçen zaman zarfını biraz puslu biraz buğulu geçirmemden sebeptir. Lütfen bana arpa suyunu, aslan sütünü tüketmenin caiz olmadığını söylemeyin. Kazara mı yaptınız da sonra yasaklama ihtiyacı duydunuz bilemem tabii ama insanoğluna bahşettiğiniz en değerli lütuftur kendileri).
Sözü uzatmadan mevzuya gelmek isterim, sesli düşüncelerimden sebebiyle akıl sağlığıma dair söylentilere bir son vermek adına, bu vakitten sonra kendi kendime düşünüp, kendi kendime konuşmak yerine size yazmaya karar verdim (Sizin de fark edeceğiniz üzere artık di’li geçmiş zamanlarda kuruyorum eylem cümlelerimi). Bu noktadan sonra ilerleyecek hukukumuz için size ‘dostum’ diye hitap edeceğim; gerçek dostlarımın alınmasından çekiniyor olsam da.
Aziz Dostum,
Hafızam beni yanıltmıyorsa sizinle görüşmeyeli 15 yılı aşkın bir süre oldu. Umarım iyisinizdir. Ben sizin yerinizde olsam, yani ‘Tanrı’ olsam muhtemelen iyi olamazdım. Ama yine de ben kimsenin kötü olmasını istemem; işte bu yüzden umarım iyisinizdir. Geçenlerde bir yazımda sizi andım, belki okumuşsunuzdur. Hem uzun, hem de sık aralıklarla yazdığımdan ve genelde de düşünülmek istenmeyen konuların üzerinde durduğumdan çok okunmaz benim yazdıklarım. Siz de okumadıysanız alınmam, sonuçta siz okuyun diye yazmamıştım. Bazı yazılarımı bazı kişilerin özellikle okumasını arzu ederim elbet ama siz onlardan biri değildiniz, bu mektuba kadar. Uzun lafın kısası demiştim ki, şu anki bilincimle ilk gençliğimden de önceye gidip seçim yapabilseydim isteyeceğim beş sıfattan birisi bir dine mensup olmak olurdu. İnanmak isterdim en azından bir Tanrı’ya; hem talepkar hem de sitemkar olabileceğim bir kurum olurdu böylece. Şimdi yıllar sonra size yazmak için kalemi elime aldıysam lütfen zannetmeyin ki bundan böyle varlığınızı kabulleniyorum. İnanın bana hitaben yazabileceğim bir başkasını bulmuş olsaydım şayet, kesinlikle rahatsızlık vermek istemezdim size.
Gelelim sebebi ziyaretimize, az önce de telaffuz ettiğim gibi asıl maruzatım hem talepkar hem de sitemkar olabileceğim bir kurum ihtiyacı. Kuzum siz çok elezersiniz (Elezer kelimesinin anlamını biliyor musunuz? Hatta bu soru aklıma sizin Türkçe bilip bilmediğiniz sorusunu da getirdi. Bilmiyorsanız lütfen öğrenmeye başlayın, daha çok konuşacaklarımız var sizinle. Elezer, başkalarına acı çektirerek cinsel doyum sağlayan, zevk alan kimseler için kullanılan bir sıfat; halk arasında ‘sadist’ de denir böyle kişilere). Şimdi burada alınmaca gücenmece olmasın lütfen, siz de biraz öz eleştiri yapın. Garantisini bile vermediğiniz ‘ödüllendirilme niteliğindeki bu hayattan sonraki hayat’ vaadiyle bize yaşattığınız şu hayat çekilir dert değil, kabul edin.
Hani sabah öğle akşam, günde üç öğün düşünüyorum da bir maniniz yoksa bu akşam geleyim yanınıza diye. Ama haberli misafir bile kabul etmiyorsunuz ki. Siz, bizler sizin bu oyununuz içinde ne haldeyiz acaba diye düşünmezken, bizler birbirimizi düşünüyoruz ve gidemiyoruz ve gelemiyoruz, sadece durabiliyoruz. Tam vazgeçecek oluyoruz her şeyden, bir parmak bal çalıyorsunuz ağzımıza, yine birbirimizi düşündüğümüzden vazgeçiyoruz vazgeçmekten. Yolumuza devam edecek oluyoruz, daha kabuk bağlamadan kanatıyorsunuz yine yaralarımızı. Anlıyorsunuz değil mi kuzum, bu elezerlik değil de ne? Yanlış anlaşılmak istemem, var olmadığınızı biliyoruz zaten ama hadi farz edelim ki siz varsınız ve kullanma kılavuzu bile olmayan bu hayat denilen düzeneği siz kurdunuz; sizin matematik ve edebiyat öğretmeniz ben olsaydım, değil liseyi ortaokulu bile bitiremezdiniz en baştan söyleyeyim.
Dostum, gurur duyuyor olamazsınız marifetinizle. Tamam, bu vakitten sonra pişmanlığınız da bir işe yaramaz. Ama ayıbınızın telafisi için artık bir şeyler yapma vaktiniz geldiğini düşünmüyor musunuz? Haddime düşer mi bilinmez ama bunu söylemek zorundayım; tövbe edip günahlarınızdan telafisi için harekete geçmenin tam zamanı. Nasıl olacağı üzerinde çalışmanız gerekecek; arzu ederseniz elimden geldiğince yardım ederim size. Örneğin öncelikli olarak biz insanoğullarının düşünme ve sorgulama yetisini zayıflatarak başlayabilirsiniz. Yaşamak için çalışmak zorunda olmak durumunu da seçmeli yapalım derim mesela. Tabii bunlar büyük işler, bebek adımlarıyla başlayalım. İstenmeyen tüyleri kökten yok edelim, bu daha kolay olsa gerek. Arada özel bir ricam da olacak, bedenlerimizden ter bezlerini çıkartabilirseniz, dünya çok daha güzel bir yer haline gelebilir. Bence bu söylediklerimi bir düşünün dostum. Mektubunuzu bekler, büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öperim. Alfred’e, Chales’a, Pablo’ya ve George’a selamlarımı iletin.
Saygılarımla,
FT
Not: Lotoda çıkacak sayıları bekliyorum, unutmayın.
7 Temmuz 2011 (Yardımcı Kadın Oyuncu)
hoş bir yazı, keyifle okudum. 🙂 sadece insandan “insanoğlu” diye söz edilmesi gözüme takıldı. insankızı,- insanoğlu mu demeli. ne . bu işe tanrı ne der bilmem ama. demesin artık buna da bir şey))
hahahah. eğlenceli yazı olmuş. değişik bir kaçıksın ya. vaktim oldukça yazılarını okuyorum
Teşekkürler.