1988’in Kasım ayıydı. Doğduğum şehir olan Eskişehir’de kış kendini sonbahardan gösterirdi, belki hala öyledir, yıllardır görmedim. Küçük camından mutfak masasına kış güneşin vurduğu bir Kasım günüydü, balkona çıktığında göğsüne ayazın vurduğu bir Pazar günüydü. Babam Pazar günleri dükkanı açmaz, evde bize kahvaltı hazırlardı. Fıstıklı salam kızartırdı, fıstıklı salam pahalıydı o zamanlar, ben çok severdim ama her gün yemeye paramız yetmezdi.
Sonra bir anda evde herkes kayboldu. Boyama kitabımda, yanında Atılgan duran bir He-Man boyuyordum, annem o sabah bana turuncu, sarı ve pembeyi karıştırarak ten rengi yapmasını öğretmişti. Hemen öğrenmiştim, hep çabuk öğrendim. Bitirdiğim resmi göstermek için birini arıyordum, ev bomboştu. Sonra kapı çaldı, “Kim o?” dedikten sonra babamın sesini duyunca kapıyı açtım. Evimizde telefonumuz yoktu o yıllarda, çok kısa bir zaman sonra öğrendim babam bakkal dükkanımıza gidip babaannemleri aramış, altı ay sonra aileye katılacak kardeşimi müjdelemiş.
Babam gelir gelmez, beni aldı, alt komşumuza emanet etti. Boyama kitabım evde kalmıştı, daha kimseye gösterememiştim ten rengi He-Man’i. Altı yaşındaydım, saatlerce babamın beni gelip almasını bekledim. Gelmedi. Saatler, altı yaşındaki bir kız çocuğu için bir ömür kadar uzun olabiliyor. Bekledim.
33 Yorum