Rakı şişeleri boşaldıktan sonra, sabah ezanından önce.
Kasaba için çorba vakti. Caddede bir dinginlik. Sanki çocuklar uyanmasın diye herkes fısıldayarak konuşuyor.
Çığlık çığlığa bir kadın sesi.
“Hayır! Bırak beni! Gelmiyorum… Bırak beni, burada kalacağım!”
Sesi tanıdık geliyor. Biz daha dükkânı kapatmamışız. “Koş” diye bağırıyorum sevgilime. Sadece adamla kavga etmiyor, yükselen sesine birileri gelir umuduyla yardım istiyor sanki.
“Rahat bırak beni… Git buradan!”
Tanıdık değil. Bir kadın. Çorbacının sigara üzerine sigara yakan sarhoşlar için kaldırıma attığı masalardan birinin köşesinde, apartman topuklu ayakkabılarının üzerinde yalpalayarak elindeki yarım ekmek kokoreci sokak köpeklerine paylaştırmaya çalışıyor. Ne olduğunu anlamak için pusuda bekliyoruz. Bir adam. Kadını kolundan çekiştirerek masanın önünde duraklamış arabaya bindirmeye uğraşıyor.
Masalarında oturanlar kafalarını çorbalarına gömerken ayakta duranlar iki adım geri çekilmiş. Birinin müdahale etmesi lazım.
“Bırak kadını…”
“Size ne oluyor be? Onu ben işletiyorum. Nereye istersem oraya gelir. Gidin, kendi işinize bakın!”
Adam gözlerimin içine her an her deliliği yapabilecek gibi bakarak üstümüze yürürken “Onu ben işletiyorum” cümlesi beynimde yankılanıyor. Tam o esnada çorbacının önüne bir ekip otosu yanaşınca ortalık yeniden süt liman.
Kadın gitmek istemediğini bu sefer otoritelere beyan edip poposunu zar zor kapatan eteğini çekiştirerek masasına geri dönüyor, adam sessizce mekânı terk ediyor.
“İki tane yarım ekmek kokoreç getirir misiniz?”
Sadece adam değil tüm kasaba kadını terk etmiş gibi. Sanki sesini bizden başka kimse duymuyor. Çorbacının yeni yetme garsonu bile gözlerini kadının çıplak bacaklarından kaçırmaya çalışarak kendi işine bakıyor.
“İki yarım kokoreç lütfen… Param var!
O gece içilen tüm rakılar ağzımda zehir zıkkım gidip yanına oturuyorum.
“Hadi ablacığım, bana bir mercimek getir. İki tane de yarım kokoreç.”
Aynı caddenin esnafıyız. Garson beni duymazlıktan gelemiyor. Bir yandan ‘dişi’ kartımı ortaya koyarak cinsiyetimle kadına bir güven ortamı sağlamaya çalışıyorum.
“Gerçek dost bunlar be abla. Ben köpekleri insanlardan daha çok seviyorum.”
Sokak köpekleri çevremizde pervane. Bir yandan parça parça koparttığı ekmeklerle onları besliyor, bir yandan elime kapanıp parmaklarımı öpüyor.
“Sağ ol be abla.”
“Nerede kalıyorsun?”
“Pansiyonda.”
“Hangi pansiyon?”
“Bilmiyorum abla, daha üç gün önce geldim buraya. Ama kalmam. Memlekete döneceğim.”
“Nerede çalışıyorsun peki?”
“Gazinoda.”
“Yukarıdaki pavyonda mı?”
“Gazinoda işte abla…”
Öğreniyoruz ki yaşı kardeşimden biraz büyük ama yanımda annem gibi görünüyor. Kolları bileklerinden dirseklerine kadar faça dolu, ağzı ucuz viski kokuyor.
Adam bu sefer bir taksi ile çorbacının önüne yanaşıyor. Kadın gitmeyecek belli, sadece eşyalarını istiyor. “Memlekete döneceğim” diye ağlıyor. Adamsa sermayesinden vazgeçmemekte kararlı.
Kadına dönüp “Senin bende eşyan falan yok. Siktir git nereye gideceksen…” derken bir yandan sevgilime “O bir yere gidemez, bana döner ama ben yarın senin dükkânını dağıtacağım, hazırlan” diye tehditler savurmaya başlıyor. Zamanında ‘üçüncü sayfa haberi’ dedikleri, şimdilerde manşetlerden düşmeyen cinnet ve cinayet haberleri beynimde uçuşuyor.
Adamı yeniden uzaklaştırıyoruz. Kadınsa çaresiz. Telefonun şarjı yok. Eşyalarının nerede olduğunu bilmiyor. Üzerindeki sahne kostümünden rahatsız. Kimseyi tanımadığı sokaklarda yapayalnız…
Yapacak bir şey yok. Kadınla birlikte eve gidiyoruz. Üzerini değiştirirken tekrar tekrar “Söz ama abla, geri vereceğim kıyafetlerini” diyor. Bir yanda telefonu şarj oluyor. Mesai arkadaşlarından ikisi telefonu suratına kapatıyor, üçüncüsü pansiyonun adını veriyor.
Evden çıktığımızda gün aydınlanmış. Birlikte emniyete gidiyoruz. Yanımıza iki polis alıp kadının eşyalarını kurtaracağız. Aslında yapabileceğimiz çok bir şey yok sadece sağ salim otobüse binene kadar yalnız kalmasın diye uğraşıyoruz. Sokak köpekleri tok midelerinin minnetini göstermek için önümüzde eskortluk yapıyor.
Emniyete vardığımızda adam kendinden emin bizi bahçe kapısında bekliyor. Kadını kolundan tuttuğu gibi sürüklemeye başlıyor. Bağırıyorum.
“Yetişin! Kadını götürüyor…”
Bir telaş. Koşturmaca. Kovalamaca. Adamla kadını yakaladığımızda, kadın arkasını dönüp benim gözlerime bakarak polislere gülümsüyor.
“Sorun nedir memur bey? Biz eve gidiyoruz.”
“Hayır ya!” diyorum. Naif bir telaşla son iki saattir yaşadıklarımızı anlatarak hala kadını kurtarmaya çalışıyorum. Polis hepimizi emniyete çekiyor. Kimlikler isteniyor. Kadının üzerinde kimliği yok. Derken bir yaygara kopuyor ki…
“Bunların ikisi beni zorla eve kapattı. Kimliğimi çaldılar memur bey!”
O anda yaşadığım duygunun kelimesini bulamıyorum. Taze ekmek ve simit kokusu kasaba sokaklarına yayılırken kadının ağzından duyduğum son cümle…
“Alın şu köpekleri üzerimden! Bu hayvanlar parçalayacak beni.”
İki polisle birlikte eve dönüyoruz. Polislerden biri “Gir eve bak bakalım, kimliği orada mı?” diyor.
Polisi kolundan tutmuşum “Hayır!” diyorum, “Eve siz bakacaksınız. Ben böyle bir itham altında kalamam”. Polis soğukkanlı “Kadının ne mal olduğu belli abla. Biz sizi biliyoruz. Ama bir daha bizim işimize de karışmayın. Bu onların kendi aralarındaki pazarlık oyunu… İyilik yaptığınızı sanırsınız sizin başınız belaya girer”.
Polisler geri dönüyor, bize eve giriyoruz. Sevgilim “Hadi yatalım, sabah oldu” diyor. “Yok, sen bana bir rakı koy” diyorum. Sanki tüm bunları yaşayan biz değilmişiz gibi tekrar tekrar olanları birbirimize anlatıyoruz. Kızgınlıkla şaşkınlık arasında bir yerde hala yaşadığım duygunun kelimesini ararken bir anda dudaklarımdan çıkıveriyor.
“Orospu… Nasıl da sattı bizi iki dakikada. Bizi bırak, köpekleri bile sattı.”
*
Ertesi gün kasabada tüm sokaklar, geceki vukuatımızı konuşuyor.
“Siz iyi insanlarsınız. Ama gerçek hayat başka… Eh, bu da size ders olsun! Daha da bu kadınlara yardım etmeye kalkmazsınız!”
O kadın memleketine döndü mü, pansiyonda istediği odayı, pavyonda istediği müşteriyi aldı mı, kaşesini istediği rakama yükseltti mi ya da bir köşede tecavüze uğrayıp bıçaklandı mı bilmiyoruz. Sabah kahvelerimizi içerken sevgilimle birbirimizin gözlerine dalmışız, boş bakıyoruz.
“Yok ya! Bu gece yine aynısı yaşansa biz yine aynısını yaparız.”
BAVUL Dergi Ekim 2016 sayısında yayınlanmıştır.
İlk Yorumu Siz Yapın