Bu yıl da her yıl olduğu gibi güneşin kendini göstermesiyle birlikte Istanbul için ter kokusu ve mahalle arası ‘ucuz’ üniversite reklamları sezonu başladı.
“Beni al, beni giy, beni sür, beni ye, benimle konuş, paranı bana harca ve/veya paranı bana yatır” diye avazları çıktığı kadar bağırdıkları yetmiyor gibi birçoğu estetikten mahrum duruşlarıyla gözlerimizi kirletirken reklamlar, uzun süre kapısı açılmayacak bir evin eşyaları toz tutmasın diye üzerine örtülen beyaz çarşafların yarattığı kefen etkisinde şehrin üstünü kapatıyorlar. Evet, reklamcılık sektörü türlü sebeplerden ben de mide bulantısına benzer bir duygu yaratır. Ve evet, belediye başkanı olduğumda ilk icraat olarak Şehr-i Istanbul’un üzerine kene gibi yapışmış bilbortları, raketleri, megalaytları indireceğim günü düşlemekten büyük bir zevk duyarım. Beni bu tatlı gündüz düşünden uyandırıp tahammül sınırımın sonuna dayandıran nokta ise ‘ucuz’ üniversite reklamları.
Öğrencilerin YERİNE üniversiteler “beni seç, beni seç, onu seçme beni seç” diye çığırdıkça aydınlık bir geleceğe dair umutlar tükeniyor…
Sürekli ‘ucuz’ diye altını çiziyor olsam da herkesin bildiği üzere bu üniversiteler pahada ağır, muhteviyatta hafif kurumlar. Bilgi ve Sabancı Üniversiteleri gibi bir elin parmaklarını geçmeyen birkaç kurumu tenzih ederek yazmaya devam ediyorum. Türkiye’nin yükselen sektörü, gençliğin yeni trendi, parasına para katmak isteyenler için vergisiz kazanç kapısı: Özel Vakıf Üniversiteleri!
İğneyi kendimize batıralım şimdi:
- İşçi olmayı aşağıladık.
- Memur olmayı aşağıladık.
- Küçük esnafı hakir gördük.
- Çiftçiyi hor gördük.
- Üniversite mezunu olmayana bu ülkede iş yok dedik.
- Üniversite mezunu olmayana bizim evde kız yok dedik.
- Askere gitmek istemiyorsan üniversiteye git dedik.
- Üniversitenin kapısından içeri giren her çocuğu büyüyünce ‘müdür’ olacağına inandırdık. Herkesin ‘müdür’ olacağı bir dünyada, diğer işleri kim yapacak hiç sorulamadık/sorgulattırmadık.
- Yeterli eğitim altyapısı olmayan, gerekli entelektüel seviyeye erişememiş, öğrenmeye dair en küçük bir arzusu bulunmaya çocuklara üniversiteleri zorunlu kılınca, onların imdadına “bilmesen de olur, paran varsa yeter, biz sana diploma veririz” diyen Oğluşumun Adı Üniversitesi yetişti.
- Bunu bir nevi rekabet gören devlet üniversiteleri bakanlıktan istedikleri fonları alabilmek adına, yeni bölümler açıp, seçme sınavlarında barajı zorla geçmiş çocuklara matematik, felsefe gibi bölümleri kazandığının müjdesini verdi.
Sonuç: Bugünün üniversite mezunlarının pek çoğunun, bundan 30 yıl önceki ilkokul mezunlarından bir farkı kalmadı. Hatta daha da büyük bir zafiyet oluştu. Üretime katılana kadar 20’li yaşlarının sonuna dayanan bu nüfusun tüketim ağırlığını da aktif üreticilerin üstüne yüklendi. Peki, bu kadar üniversite mezunu toplumsal düşünce ve üretkenlik gücümüzü arttırdı mı? Tabii ki HAYIR! Bahsi geçen üniversiteler, herkesin diploması olsun diye lise müfredatında eğitim verdi. Sonuç mu, ‘müdürlük’ hayalleriyle başlayan üniversite hayatları, asgari ücrete çalışan ama beyaz yakalı görünmek için kazandığından daha fazlasını harcayan ‘köleler’ olarak son buldu.
Yozlaştırdığımız üniversite kavramının kelime anlamına geri dönmesi sadece bir gündüz düşü mü?
Üniversiteler yeniden, Eflatun ve Aristo’nun hiçbir POLİTİK ve DİNİ baskı unsuru OLMADAN öğrencileri ile felsefi tartışma yarattıkları ortamdan esinlenen evrensel ölçekte BAĞIMSIZ tüzel kişiliklere dönüşebilir mi?
Üniversitelerin kapısını öğrenme arzusu ile aşındırabilir miyiz? Üretime katılırken toplumdan saygı görmesi için insanlara üniversiteye gitmeyi şart koşmaktan vazgeçebilir miyiz?
Teknolojinin nezaretinde konfor alanlarıyla uyuşturulmuş ‘bizler’den önüne gelen malumatı sorgulamadan, üzerine düşünmeden doğru olarak kabul etmeyen; bugün doğru kabul ettiğini yarın yeniden sorgulayabilecek kadar geniş görüşlü insanlar haline dönüşebilir miyiz?
Üniversitelerde düşünmeyi öğrendikten, kendimizi bilimle geliştirerek ardında sonra gururla fabrikada işçi, toprakta çifti, devlet dairesinde memur olup, üretime bize ihtiyaç olan yerden katılabilir miyiz?
EVET, bunu yapmamızı istemeyen %52’ye karşı bu düzeni bozup düşünen bir ülke yaratabilir miyiz?
benim gibi düşünenler olduğunu görmek beni umutlandırıyor
mukemmel bir yazi, -da o son bolumdeki %52’yi anlamadim. Keske aciklasaniz.