İçeriğe geç

İnadına yazmak..

Yazmak toplum icinde ciplak kalmakmisOn dört yaşındaydım. Teyzem o yıl bizim evde kalıyordu. Hafızamdaki teyzem, Müjde Ar’ın baş rolünü oynadığın Teyzem’den çok da farklı değil. Bir süredir elinden düşürmediği mavi ince bir kitabı okuyordu sürekli ve onun elinin değdiği her şey benim için bir arzu nesnesine dönüşüyordu. Türk Dili ve Edebiyatı dersleri dışında hiç şiir kitabı okumamıştım ben. Bir gün beni yanına çağırdı, kafamı omzuna yaslayarak uzandım yatağa ve bana Murathan Mungan’dan Yalnız Bir Opera’yı okudu. O şiirin içindeki dört mısra, hala benim yazabildiklerimden daha fazla beni anlatıyor.

Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum, maskeler ve çiçekler biriktiriyordu, linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de… Korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları ve açık hayatları seviyordu.

Bu gece ise bu mısralardan güç alarak, o sevdiğim hayatlar gibi, yıllarca yutkunduğum hatıralarıyla kendi hayatımı açıyorum.

***

İlk hatıra defterimi beş yaşındayken annem hediye etmişti. Kız çocuğu olmamdan sebep, pembe renkli köşelerine kelebekler ve çiçekler kondurulmuş büyük bir defterdi ya da ben çok küçüktüm. Yaşımdan sebep çok doğal olarak günlük yazmayı, o gün içinde sabahtan akşama eyleme döktüğüm tüm hareketleri sıralamak sanıyordum. Birkaç gün sonra sıkıldım ve bıraktım.

Bir vakit sonra annem öldü. Hatıra defterim dahil tüm eşyalarım toplandı. “Kırılacak eşya” yazısını kolilerin yerine benim üzerime yapıştırarak, hayatımı bir başka eve taşıdılar. Bir vakit sonra babam yeniden evlendi. Hatıra defterim dahil tüm eşyalarım toplandı. Anneannemin bir nevi ibadet gibi günde beş vakit bana okuduğu Külkedisi masalının eşliğinde hayatım bir başka eve taşındı. Dokuz yaşındaydım. O kadar sesli susuyordum ki kendi gürültüme dayanamaz olmuştum. İşte o gün çekmecenin en arkasında beni bekleyen hatıra defterimi çıkarttım.

Birçoğu anneannemin sesiyle beynimde yankılanan tüm zehri, kağıtlara döktüm. Afili cümleler değildi, pek tabii. Yaşadıklarıyla ona anlatılanları karşılaştırmaya, sorgulamaya ve düşünmeye başlamış dokuz yaşındaki kız çocuğunun iki yüz kelimelik sözlüğünden bir yardım çağrısıydı.

“Odanı toparla” dediklerinde ortalığa dağılmış her şeyi dolaplara ve çekmecelere tıkarak sadece görüntüye makyaj çeken dağınık bir çocuktum. Babamın karısı, evin annesi olarak, okulda olduğum bir sırada odamı toparlamak istemiş. Defteri bulmuş. Ben eve geldiğimde, odasında hıçkırıklarla ağlıyordu. Birkaç dakika sonra kendini toparlamaya çalışıp, kan çanağına dönmüş gözleri ile akşam yemeğini hazırlamaya koyuldu. Ben neler olduğunun farkında bile değildim. Sonrasını da çok net hatırlamıyorum. Sonuç ise, o aile bir daha ‘benim’ olmadı. Kısa bir süre sonra tüm eşyalarım toplandı. Üzerinde “açılmayacak” yazısı taşıyan bir koli gibi hayatım bir önceki eve taşındı.

Bugün, kızını yeni kaybetmiş, torununu tam onun yerine koymuş derken onu da kaybedeceğini hissetmiş bir anneanneyi anlıyorum. Geçmiş yaraları daha yeni kabuk bağlamış, yeni bir aile kurmaya çalışan kadının  ‘kötü’ hiçbir şey yapmamışken, kendini ‘Külkedisinin kötü üvey annesi’ olarak bulmasının acı verici olduğunu da anlıyorum. Ama benim bugünkü yaşımdan büyük bu iki kadının, o zamanlar beni nasıl anlayamadığını ben hala anlayamıyorum. Sonuç ise kalemle ilk imtihanım bir aileyi dağıtmıştı.

Bunun üzerine elime bir hatıra defteri almasam, kimse beni yargılayamazdı. Bense daha çok yazmaya başladım. İnadına yazdım. Bugünlerden o günlere baktığımda, yazmak beni iyileştirdi mi yoksa iyiden iyiye hasta mı etti, hala zaman zaman sorgularım.

***

On beş yaşıma gelmiştim. Gerçekten sıcak mı, denemeden bilemem diyen ve yasak olan her şeyi deneyimleme arzusuyla yanan, sorunlu ergen yaşıtlarımdan iki beden daha büyük sorunlarımla ortalığa dehşet saçan bir kız çocuğuydum. Bir yıl sonra tüm sorunlarımı dördüncü kattan aşağı atıp yepyeni bir hayata başlayacağımdan habersizdim. Üzerine “çok yerleşme yakında üniversiteyi kazanacaksın” diye yazdığım kolilerle hayatımı yeni bir eve taşıyordum. Öncesini ve sonrasını çok net hatırlamadığım bir anda anneannem “O defterlere neler yazdığını bilmiyoruz sanki deden okuyor onların hepsini” dedi ve benim hayatım değişti.

Ağladım, utandım, kızdım, daha çok utandım, isyan ettim, yine utandım ve kolilerin birinden yeni bir defter çıkarttım. İlk cümleleri “Hey sen! Benim haberim olmadan bu defteri okuyan! Evet, sana diyorum…” ile başlayan ve sonrasını hatırlamanın elzem olmadığı pek çok şey yazdım. O günden sonra her elime kalemi aldığımda, kuracağım cümlelerin bende saklı kalmayacağını bilerek yazdım. Defteri okuma ihtimali olduğunu düşündüğüm herkese küçük notlar düştüm. Yazdıklarımın bedelini sadece dağıttığım aile ya da ifşa edilen ilk gençlik sırlarımla da ödemedim.

***

Büyüdüm. Kızdığımda ve kırıldığımda konuşmam gerektiğini öğrendim. Sonra geç bir yaşta konuşmayı öğrendim. Yine de o çok gürültülü susan küçük kız çocuğunu bugün bile her yere benimle birlikte götürüyorum ve inadına yazıyorum.

Kategori:Hatıra

2 Yorum

  1. Serdar Ayhan Serdar Ayhan

    Belki yapmissindir bile ama, yapmadiysan, yazdiklarini bir kitapta toplasan da alip okusak bir daha.. Ve bir tavsiye, yazdiklarini en dogal haliyle, editorlerce degistirilmeden paylas, ayni burada yaptigin gibi…

  2. Fuls, yaz sen hep…çok nefis çok akıcı, çıplaklığın daim olsun dilerim

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir