Unutmaktan bu kadar korkmasaydım, belki de hiç yazmazdım. Canım yandığında insanlar yanıma gelir, zamandan, zamanla unutacağımdan, unutunca geçeceğinden bahsederler. Bazen unuturum, geçti zannederim; oysa ki aradan bir vakit geçtiğinde, anın duygusunu değil de salt olayı hatırlamaya başladığımda gerçekten geçer.
Çocukluğumun silik anıları arasında, sanki dün başımdan geçmiş kadar berrak bir akşam var. Beş yaşındayım. Cuma akşamı, Eskişehir’de kış. Annem yanıma geliyor “Hadi anneannenlere gidelim mi?” diye soruyor. Nasıl heyecanlanıyorum. Bizim evde yasak olan tüm muzır abur cuburları anneannem bana annemden gizli yedireceği için gözlerim parlıyor. Hem yatma saatim geldiğinde henüz eve dönmemiş olacağımız için fazladan iki saat renkli televizyon izlemek demek, anneannemlere gitmek. Sadece gözlerim açıkta kalacak şekilde paltomun kapşonu takılıp atkı ile sarmalanıyorum. Yola çıkıyoruz.
Anneannemlere vardığımızda, babam beni belimden tutup havaya kaldırıyor ve kuş sesleri çıkaran zile ben basıyorum. Anneannem açıyor kapıyı ama ben onu atlatıp önce dedemin kucağına koşuyorum. Havalarda uçuruluyorum, öpücüklere boğuluyorum. Oturma odasına geçiyoruz. Salon ve oturma odası ayrımının olduğu ve salonun sadece özel günlerde bize, onun dışında sadece ağır misafirlere açıldığı evlerdendi anneannemin evi. Dedem vakit kaybetmeden “Hadi git içeriden geçen hafta boyadığın kitabını getir” diyor. Nasıl heyecanlanıyorum. Dedemin bana çizgileri taşırmadan boyamayı öğrettiğini anneme ve babama göstereceğim.
Küçük odaya koşuyorum. Anneannemin çeyizi düzülürken kim bilir ne heyecanlarla alınmış, zaman geçmiş, önce annemin sonra dayımın kitap dolabı olmuş, kapaklarının içine F16 uçak resimleri yapıştırılmış ceviz konsolu açıyorum. Dedemin benim için ayırdığı raftan boyama kitabını alıyorum ve oturma odasına geri koşuyorum. Annemle babam yok. Ağlıyorum. Ciğerlerim sökülünceye kadar hıçkıra hıçkıra, hatta anıra anıra ağlıyorum. Dedemin uzattığı çikolatalara omuz silkip ağlıyorum. Sonra dayanamayıp o çikolataları yerken de ağlıyorum. Anneannem beni koynunda uyutmaya çalışırken ağlıyorum, uykuya daldıktan sonra uyandığım anda yeniden ağlıyorum. Boyama kitabıma küsüyorum. Boyama kitabımı almaya gidip, onları oturma odasında yalnız bıraktığım için kendime kızıyorum. Pazar gecesi olup, annemle babam dönene kadar ağlıyorum. Döndüklerinde ise karı koca Uludağ’a kaçamak yapmaya gittiklerini öğrenip, daha da çok ağlıyorum.
Üzerinden geçmiş 27 yıl. Bugün Uludağ Apartmanı’nda oturuyorum, daire 2. Hayatımın ucuz şarap, güzel tütün, bol kelamlı günlerini yaşıyorum.
Belli ki ağlama istihkakımı ben o hafta sonu doldurmuşum, bu geceden 27 gün öncesine kadar doğru düzgün ağlamamıştım. Hiç ağlamadım demiyorum, Ağır Roman’ın son sahnelerinde “Salih yine öldü” diye ağladığım oldu da içim acıdı diye, canım yandı diye ağlayamamışım. Dahası mı, şimdi anlıyorum ki sevdiklerime hiç arkamı dönememişim. Hep göz ucuyla, onları bıraktığım yerdeler mi diye kontrol eden olmuşum. Göremeyince nefesim sıkışmış. Hep bir gidişten, hep bir terk edilişten korkmuşum. Çoğu zaman terk edilmemek için terk eden olmuşum.
Bu gece biliyorum. Ben boyama kitabımı almaya küçük odaya gitmeseydim de annemle babam o gece beni bırakıp gideceklerdi. Her kaybedişin arkasından düşünür ya insan, şunu demeseydim, böyle yapmasaydım belki gitmezdi diye. Hayır, giderdi; her koşulda giderdi. Gidecek olanın önünde kimse duramaz çünkü, en iyi kendimden bilirim. Gitmeye meyletmiş olan, aslında tüm mevcudiyetiyle hiç gelmemiş olandır.
Bazen olması gereken ne ise o olur,
İstemezsin ama olur işte.
Biliyor musun gitme de diyemezsin bazen,
Etme diyemezsin..
Ben diyemedim…
Terk edilme korkusu hep bir çocukluk travmasıdır belki de. Terk edilmekten korktuğum için terk ettiğim onca kişi, onca hayat… Yazıların hayatıma dokundu ve artık herkes gibi izin olacak bende, hep yaz Fuls…
Bazen öyle olur ki insan, hiçbir şeyini almadan gitmek ister diyarından.. Bazen yalnız bazen yanında biriyle… Ama uzaklaşmak çevrenden…
Bazen de hiç bir yere gidemeden dalar gözleri uzaklara… Yanında kim vardır bilinmez… Saniyeler dakikakar blr ömre bedel… Seninle yolculuklar bir başka bu dünyada…
“Gitme” diyen biri yerine 1Ben de geliyorum, yalnız gidemeszin” diyen birini istiyor gönül.
Çok güzel yazıyorsunuz. Her yazında beni eskilere, unuttuklarıma, sorgulamadıklarıma götürüyor. Yeniden düşünmeye başlıyorum…
çok anlamlı.Gitmek isteyenlere engel olamazsın ki…
çok güzel :=)