1. isim, Sevilen ve âşık olunan kimse, yavuklu, dost, yâr, canan
2. sıfat, Sevgi ve bağlılık duyulan
Türk Dil Kurumu, Büyük Türkçe Sözlük
Eskiden, taa ilk başlarda, ne kadar da kolaydı oysa… Okulda aynı sıraya oturdun mu biterdi olay. Benim de aynı sıraya oturmuşluğum vardır o yıllarda, adı Çağlar mıydı Çağdaş mı öyle bir şeydi. Ben kolumu kırmıştım bir keresinde, hayat bilgisi sınavı vardı, cevapları ben söyledim o yazdı ama hiç kopya çekmedik. Ben sınıfın yıldızlı pekiyi-li öğrencisiydim, o da ana okulu öğretmenlerinden birinin oğlu. Bir keresinde de o çok hasta olmuştu, küme ödevinde hazırladığı bölümü tahtaya çıkıp ben anlatmıştım sınıfa. Annesinin tayini çıktı, ilk okul bitmeden Denizli’ye taşındılar. Türkiye iller haritasında Denizli’ye baka baka ağladım.
Okulun arka bahçesinde filmlerde gördükleri gibi dudaklarını birbirine yapıştırmak suretiyle kafalarını sağa sola oynatanlar da varmış, duymuştum ama görmedim, ben hiç denemedim. O yıllarda zaten filmlerde bile gerçekten öpüşmezlerdi; ya adamın kafası kadının kafasının önüne geçerdi ve kamera kadrajdaki başka bir nesneye odaklanırdı ya da ‘tıp’ oynayan çocukların dudakları gibi iki dudak birbirine sürtünür dururdu.
Hemen zorlaşmadı, orta okula başladığımızda da aslında kolaydı. Tanıdığın ya da tanımadığın bir kız gelirdi yanına, “Bilmem kim, senden çok hoşlanıyor, seninle çıkmak istiyor” der, sen de “Evet” dersen teneffüs saatlerinde okulun etrafında tavaf edilirdi, bazen elele, bazen yan yana. “Evet” demiştim ben de bir kere, çocuk A’lardandı, ben B’lerden, adını şimdi hayatta hatırlayamam. İki hafta geçmeden sıkıldım yürümekten, “Ben bu yılın sonunda başka şehre taşınıyorum” diyerek ayrıldım ondan. Çok üzülmüş, arkadaşlarıyla haber yolladı ama bizim zaten onunla bir geleceğimiz olamazdı.
Yılların geçmesiyle erkekler kendi adlarına konuşabilmeye başladılar, en azından bir çoğu. Yine de o yıllarda üzerinde çok konuşulmazdı bu mevzunun. Arkadaşlarına sorardın “Sevgilisi var mı?” diye, bir yandan kulağına gitsin de senin ondan ‘hoşlandığını’duysun isteyerek, bir yandan da kulağına gitmesin de sevgilisi varsa utanmaktan korkarak. Komün hayatı sürülen ve hep bir çoğulluk halinde hareket edilen o yıllarda, çoğunluğun içinde ikili sohbetler artardı, göz süzmeler, diz dize değmeler başlardı. Bir bira ile sarhoş olma meziyetimizin olduğu o zamanlar, öpüştüldü mü “Tamam abi siz artık sevgilisiniz” olurdu. Bu öpüşmenin tam öncesinde veya az sonrasında adet yerini bulsun diye ‘çıkma’ teklif edilebilirdi. Sonrası ise her fırsatta öpüşmekti, dudakların morarana kadar öpüşmek… Bazı kızlar memelerine ellenmesine izin verirdi, bazıları vermezdi. Memelere çok dokunmak istediği için terk edilmiş erkekler vardır, pek bilmezler, onlara sadece “Olmuyor, bitti” denilirdi.
Cezai ehliyetin alınmasının hemen akabinde, artık tamamen sahip olunan hayatlarda, her şeyin pek çoğunu deneyimle arzusu ile dolundu. Tabii ki hayatın tüm anlamlarını çözmüşken, “Hadi söyle, çıkma teklif etti mi sana?” diye gelen sorulara “Ay çıkmak da ne demek, ağaca mı çıkacağız, görüşüyoruz işte” ve benzeri yanıtlar verilmeye başladı. Bir gece öpüştüğün kişinin tam da sevgilin olduğunu düşünmeye başlamışken ertesi gün onu bir başkası ile öpüştüğünü gördüğün o an anlaşıldı ki, sevgililik artık daha başka bir şeydi. O günlerde kimileri için yavaş yavaş kimileri için çok hızlı bir şekilde sevişmek girdi hayata. Günlerce haftalarca konuşur, gezer tozar, hatta zaman zaman öpüşürsünüz de bir gece duvarları kırıp sevişirseniz ertesi güne sevgili uyanırdınız.
Sonrası… Seviştikten sonra sabah kahve içilirse sevgili, ertesi gün seni ararsa sevgili, üç gün içinde seninle tekrar görüşmek isterse sevgili, bir hafta içinde seni bir arkadaşı ile tanıştırırsa sevgili, bir ay içinde sosyal bir etkinliğine katılırsanız sevgili…
Sonrası… Modern psikoloji sağ olsun, anneden sebep sorunlar, babadan sebep sorunlar; “Sorun sende değil, bende”ler, mevsim farklılıkları, “Ben sana layık değilim”ler, zaman ve mekan uyuşmazlıkları, “Bu günlerde bir ilişkinin sorumluluğunu kaldıramam”lar, açık ilişkiler, karışık ilişkiler, “Biz aslında çok iyi arkadaşız, arada sevişiriz”ler, eski sevgili ağırlıkları, “Sen çok iyi bir insansın”lar, adam gibi kadınlar, o lanet olası romantik komedi filmler, kadın gibi adamlar; “Bir ilişki için vaktim yok”lar, canına okuduğum Jane Austen romanları, “Ben böyle iyiyim, bir adama/kadına ihtiyacım yok”lar…
Sonrası… Sonrasını çok iyi biliyorsunuz, ben sadece öncesini hatırlatmak istedim size.
Sevgili’nin bizim sokaklarımızda adı ”dava”ydı.Herkesin bir dava sı vardı ve o bilmeden aşkını sokaklara çarpardı.Çoğu zaman sevgili anlamadan dava kapanır yeni davalar açılırdı içinde kızıl sarı ve yeşil bayraklar olan yeni davalara adanılırdı .Aşkımızı sevdiğimiz kız duymazdı ama beş bin yıllık surlar(bedenler)duyardI.Surlara ”seni seviyem ”yazılırdı.Sevgiliye dokunmayı düşünmek bile en büyük günah sevgili dokunmadan sevilecek kadar kutsaldı.Sonra ”aşk bitti ,soldu şiir”…
[…] Bim Bam Bom. […]
Anlattıklarınızı bir çok kişi yaşıyor. Ama benim gibi engelli bireyseniz ve tekerlekli sandalye kullanıyorsanız, yazılanların hiç birini yaşamazsınız. Hayatımda sevdiğim ve bunu ifade ettiğim insanlar oldu. Sürekli reddedildim. Çünkü beni farklı, hep onlara benzemeyen olarak gördüler. Aşk, sevgi, gibi kavramları yaşamamam gerekiyor onlara göre. Bende sevebilir, aşık olabilirim gayet doğal bir durum. Benimde duygularım, düşüncelerim, hislerim ve bunları yaşamaya hakkım var ama insanlar izin vermiyor. ”Engelli” sözcüğüne takılıp kalıyorlar, takılı kaldıkları içinde herkesin yaşadığı duyguları tatmadan hayatımıza devam ediyorum.
Selam Oğuzhan,
İnsanlar izin vermiyor diye bunları yaşamayacaksın diye bir şey söz konusu değil. Kaldı ki insanların “izin vermediği” şey sadece bunlar değil. Sürekli dayatılan bir sürü sözde kural ve saçma sapan yargılar var. Sevip, aşık olup karşılık alamayan tek kişi olduğunu düşünüyosan sen çok yanlış geldin 🙂 Ben tekerlekli sandalyede oturmuyorum ama senden bir farkım yok o konuda 🙂 Senin için “engelli” kelimesine takılıp kalıyolar, benim için daha farklı kelimelere. Ve emin ol azınlık değiliz :))
Yine bomba, yine bomba. Senin kadar ifade edebilseydim keşke…