1 Haziran 2013
Tarih bu günü unutmayacak, biliyoruz.
Direniş saflarında yer tutmuş milyonlardan biri olmanın paylaşılan haklı gururunu bir yana bırakıp, yaşadığımız bu duygu yoğunluğunu anlatacak doğru kelimeleri arıyorum kaç gündür.
Direnişimiz henüz bitmedi, bugüne kadar olduğu gibi bugünden sonra da daha çok şey yazılıp çizilecek ve nihayetinde umutlu bekleyişimiz sonuca erdiğinde diyorum ki:
Tarih bu günü böyle yazsın!
Hiçbir belirli gün ve haftada, parti mitinginde, müzik festivalinde, teknoloji mağazasının yarı fiyatına satışlı açılışında bu halk bu kadar kalabalık bu kadar coşkulu bir araya gelmedi.
Azınlık olduğu inancı ile sindirilmiş, lüks tüketimle evlerine hapsedilmiş, internetle, dizilerle uyuşturulmuş bir halk yalnız olmadığını, azınlık olmadığını hatta çok büyük bir grubun parçası olduğunu öğrendi.
Metrobüsün hizmete açılmasıyla A noktasından B noktasına varmak için vahşi yaşam belgesellerinde gördüğümüz canlılar misali birbirini itip kakan bir halk, gaz bombalarının altında “Yavaş kardeşim” diye bağırarak birbirini sakinleştirdi, izdihamı engelledi.
Metrolarda otobüslerde yankesicilere dikkat kesilen, neresine biri değse cebini çantasını kontrol etmeye programlanmış bir halk, birinin ona dokunduğunu hissedince “Yardıma ihtiyacın var mı?” diyerek dönüp arkasını kontrol etti.
Değme yeni yıl gecelerinde Taksim meydanında bir araya gelen kalabalıktan çok daha fazlası, hem de kadınların çoğunlukta olduğu çok daha fazlası varken, kimsenin memesi poposu mıncıklanmadı.
Birçoğu çalıştıkları iş yerlerinde mesai arkadaşlarına “Günaydın” demeye erinen bir halk saflarda sağında solunda omuz omuza verdiği tanımadıkları ile doyasıya sohbet etti.
Yağmurundan konserine her olayı fırsata çevirip ticarete döken bu halk, yokluğun kol gezdiği sokaklarda temel ihtiyaçları kara borsaya düşürmedi, esnafından bireyine herkesin neyi varsa açıktaydı, ücretsizdi, yarı fiyatınaydı ve hiçbir şey yağmalanmadı.
Promosyon takipçisi, beleş peşinde birbirini ezen çiğneyen bu halk, saflarda dağıtılan poğaçadan ayrandan ikincisini almadı, elindekini yanındaki ile paylaştı.
Bir kesim medya tarafından önüne ne konulursa yeneceğini sanılan halk, medya sustuğunda kendi sosyal medyasında en az dört kaynaktan teyit edip haberin içindeki bilgiye erişti, provokasyonlara gelmedi.
Koyun sanılan bu halk, önde yürüyen bir lider olmadan bir araya gelebileceğini, aynı sloganı atmadığı insanlarla aynı yolda aynı amaç için yürüyebileceğini gördü.
Gecenin belirli bir saatinden sonra Taksim’e bağlanan caddelerde cinsel kimliğini değiştirmiş bir seks işçisi gördüğünde iki adım açıktan alarak ve adımlarını hızlandırarak yürüyen bu halk, bacağından yara almış ve barikatların üzerinde oturmuş bir seks işçisinin kanayan yarasına pansuman yaptı.
Hükümetlerin faşist toplumlarda en güçlü uyuşturucu olarak konumlandırdığı futbolla gündemleri değiştirilen, taraftar kimlikleriyle oyalanmaya çalışılan bu halk, ezeli rakip addedilen taraftarların kol kola girişini izledi; Fenerbahçeli doğmuşların, çocukluktan beri Galatasaraylı olmuşların; “Beşiktaş sen bizim her şeyimizsin” diye haykırışlarına şahit oldu.
Aşkı karşı cinsi yerine hemcinsinde bulmuş insanlara yapıştırdığı sıfatları işyerinde patronlara, statlarda hakemlere küfür niteliğinde telaffuz edilen bu halk, parklarda meydanlarda onları kucakladı, alkışladı belki de ilk defa kitle halinde insanca karşıladı.
Zaman zaman apolitik olmakla suçlanan, birçoğu da politikadan ağzı yanmış ebeveynlerin öyle yetiştiği genç nesil halk, politik olmadan da taraf olmayı, bir gruba ait olmadan hep birlikte karşı taraf olmayı öğrendi.
Balık hafızalı olduğu kabul edilen ve bugün olanı yarın öbür gün unutacağı farz edilen bir halk, yakın tarihin kayıtlara geçtiği ve de geçmediği hiçbir şeyi unutmadığını gösterdi.
İşler, güçler ve hayat gailesine boğulduğu için en yakın arkadaşlarına bile iki fincan kahve içmelik zaman ayıramayan bu halk, mutfakta bekleyen bulaşıkları, saati gelmiş dizileri, iş arama telaşesini, hazırlanması gereken yıl ortası sunumlarını bir kenara itip kendinden öte bir amaç için sokağa çıktı.
“Adamlar uzaya giderken” üzerine tembel millet damgası yapışmış bu halk, bir adım atacak gücünün bile kalmadığı, saatlerce süren direnişin ardından evine dönmek, işine gitmek zorunda kaldığı için kendini kötü hissetti.
Bu dünyaya niye geldim, ne yapmak istiyorum gibi sorularla her yeni doğan günde kendi için yeni hedefler bulmaya çalışan, mutluluk için telkinler üreten bir halk, bu hayattaki varlığının anlamını keşfetti.
Aman sobaya dokunma, sıcak yanarsın diye öğretilmiş korkularla başlayan hayatları, düşünceyi ifade özgürlüğü elinden alınmış, ülkesi hukuk yerine korku devleti olmuş, bedenleri evlerine fikirleri beyinlerine hapsedilmiş bir halk, korkmadan konuşmayı öğrendi.
Orantısız güç ile bastırılabileceği düşünülmüş bu halk orantısız zekası ve mizah anlayışı ile nasıl karşı koyabileceğini gösterdi.
Bugüne kadar, siyasi parti liderlerini, şarkıcıları, yılın en iyi satış ödülünü almış arkadaşlarını alkışlayan bu halk, hayatında ilk kez gerçek bir zafer kazanmış olmanın haklı gururu ile kendini alkışlamayı öğrendi.
*
Günlerdir çok üşümüşüm, bugün gün ortasında Haziran sıcağına titremeye başladığımda anladım; mevsim normallerinin dışında giyiniyorum birazdan ısınacağım geçecek.
Beşiktaş saflarında arkadaşımın omzunu sıyırıp, iki ayağımın ortasına gaz bombası düştüğünde çok korkmuşum, 16 saat sonra yüzümde uçuk çıkınca anladım; ilacını sürdüm, 2 güne kalmaz geçecek.
Sol bileğimi incitmişim, bunları yazmak için bilgisayarın başına geçtiğimde fark ettim, sargısını sardım o da geçecek.
Sokaklarda tuvalete gitmeyi unutmuşum; iki fincan kahve, iki dal sigara içtim mi geçecek.
Anneannem salataya sirke koydu diye yemek masasına oturmayan ben, buram buram sirke kokan kıyafetlerimi az önce makineye attım; bir saate kalmaz o koku da geçecek.
Bunların hepsi geçecek.
Bunların hepsi unutulacak.
Ama unutulmayacak tek şey 1 Haziran 2013 olacak.
İlk Yorumu Siz Yapın