(Bu hikayenin başında üçüncü çoğul şahıslar vardı.)
31 Mayıs Cumayı Cumartesiye bağlayan gece..
Dünya tarihinde 1960’lardan sonrasını ilki tuttu diye çekilen vasat devam filmleri niteliğinde gördüğümüz zaman çizgisine düşen gençliğimizi kanepeye yayılmış kucağımızda bilgisayar ile harcarken, şimdiye kadar ‘düş’ addettiğimiz bir hareketin gerçekleşebilme olasılığı üzerine oynayarak sokağa çıktık.
Taksim yolu daha Osmanbey’den kapanmıştı.
İki sokak ilerliyor, gelen gaz bombası ile bir sokak geri çekiliyorduk.
Zeytinyağlı fasulye nasıl pişirilir, en afili doğum günü nasıl organize edilir, bu sezon hangi dizi izlenir biliriz de gazla barikatla tecrübe sabit bir ilişkimiz olmamıştı hayat süremiz boyunca.
Sabaha karşı barikatlarımız Elmadağ’a kadar ilerledi, oteller bölgesini göz ucuyla gördük derken, birkaç saatlik zaman zarfını geçmeyecek yol boyunca tecrübe ettiğimiz gazlardan daha başka bir gaza boğulduk.
Bir ara sokakta önümüzü görmeden koşuyorduk ki bizimkilerden birileri kolumuza girdi.
(Bizimkiler diyorum ya bundan sonra bu hikayede herkes birinci çoğul şahıs)
Beyaz bir solüsyon varmış, o gece öğrendik; yüzümüzü gözümüzü onunla yıkadılar. Kusarken saçlarımızı tuttular. Ayakta duramıyoruz diye bizi güvenli bir köşeye oturttular.
Çok değil 10 dakika sonra gözlerimiz açıldı.
Tam yanımızda oturan bizlerden biri nasıl olduğumuzu sordu, henüz cevap verebilecek kadar konuşamıyorduk. Sonra dedi ki: “Acınızı dindiremem ama aklınızı dağıtabilirim. Onların gazları varsa bizim de kuru kayısımız, kuru incirimiz, kuru üzümümüz var”. Sırt çantasından çıkarttığı naylon torbayı “Buyurun kardeşim” diye uzattı hepimize.
İşte tam o anda düş dediğimiz şeyin gerçek olmaya başladığına şahitlik ettik ve sonra yola devam ettik.
İlk Yorumu Siz Yapın