İçeriğe geç

Daha önce hiç özgür olmamıştım ki, nereden bileyim!

Gavurderesi, Datça Ekim 2014
Gavurderesi, Datça
Ekim 2014

Peki, şimdi ne yapacaksın Fulsen?

Herkes aynı soruyu soruyor: E şimdi ne yapacaksın?

Tüm hayatım boyunca duymadığım kadar çok bu soruyu duyuyorum son aylarda. Eskiden pek sorulmazdı bu soru. İşsiz, parasız, bedbaht günlerimde bile bu kadar merak edilmedi ne yapacağım.

Çemberin içindeydim ve ne yapacağım çok netti. İş arayacaktım, iş bulacaktım, önce borçlarımı ödeyecektim, sonra yeni borçlar edinecektim. Sabah kalkacak, işe gidecek, akşam eve döndüğümde kanepede uzanıp dizi izlerken uyuyakalacaktım. Ertesi sabah işe giderken evvelsi gece izlediğim dizilerin dedikodusunu yapacaktım. İşten gücüm kalırsa ve kredi kartı limitim izin verirse haftada bir iki akşam arkadaşlarımla buluşacak, gücüm yoksa “Canım ya, çok isterdim ama önceden yapılmış planım var” dedikten sonra battaniyeme sarılıp yatacaktım. Kimse ne yapacağımı merak etmeyecekti. Ortaokul yıllarında dayımın beni bir gün karşısına alıp, aslında Sicilyalı bir mafya ailesi olduğumuzu itiraf etmesini hayal ederdim. Olmayınca, hayallerim on altı yaşımı doldurduğumda cadı güçlerime sahip olacağım fikriyle değişti. Liseyi bitirmeme yakın prensipli bir kiralık katil olacağıma dair gündüz düşleri beni benden alıyordu. Hayallerim hep kitaplardan, filmlerden çalıntıydı.

Çok uzak değil sadece bir yıl öncesine bakıyorum da, hayallerim neydi? Zam almak, terfi almak, daha iyi bir şirketten daha iyi bir iş teklifi almak… Şansım yaver giderse yılda iki kez tatil, tercihen biri yurt içi, biri yurt dışı… Hayalim? Elli yaşımdan sonra hayatımı yaşamak, tabii o yaşa kadar kalp krizi geçirmezsem. Hayatı yaşamaktan kasıtsa İstanbul’dan gitmek: Güneyde bir pansiyon açmak, domates yetiştirmek ya da ‘keyif için’ küçük bir kafe işletmek… O bile ‘zorunlu seçmeli’! Ortaokul, lise hatta üniversitede adı konmuş, güya ‘seçmeli’, aslı ‘zorunlu seçmeli’ dersler gibi. Neyi, ne zaman, gerçekten biz seçtik ki!

Hayalim ne ki benim?

Peki, ben şimdi ne yapacağım?

BİLMİYORUM!

Hayatımın kalanı ile ne yapacağımı bilmiyorum. Hayat? Doğumla ölüm arasındaki zaman parçası. Zaman? İnsan icadı günler, aylar, yıllardan bahsetmiyorum; yaşadığım anı neyle dolduracağım? Dizi mi izleyeceğim, meditasyon mu yapacağım, dağa taşa mı tırmanacağım, kendimi spor salonlarına mı kapatacağım? Kendimi nereye koyacağım?

Kanserin tedavisini bulamayacağım aşikar, dünya barışını sağlayamayacağım -ki bunu kimse yapamayacak-, modern bir felsefi akım yaratamayacağım, Mars’ta yürüyemeyeceğim. Şef garson da olmayacağım, kendi mekanımı da açmayacağım.

Peki, ben şimdi ne mi yapacağım?

BİLMİYORUM!

Siz hiç bu kadar özgür oldunuz mu? Ben olmamıştım! İlk kez, hayatımda ilk kez, ne yapacağımı ben seçeceğim. Ve korkuyorum. Kim korkmaz ki? Özgürlükle tanıştığım anda, kendime ait bir hayalimin olmadığı gerçeği tokat gibi çarptı suratıma. Görev insanı olarak yetiştirildim ben. İşi tanımla, zamanını belirle, iki gün önce sana teslim edeyim. Hayata dair yapılacak her şeyi, iş ya da görev olarak gördüm.

“Özgürlük, herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumu” olarak tanımlanıyor sözlüklerde. Ne demek olduğunu hatırlamak için bile sözlüğe bakmam ne acı.

Üzerimdeki kısıtlamaların hepsinden sıyrıldım, zorlamaları duymazdan gelmeyi öğrendim. Hayatımın neredeyse yarısında, ne yapacağımla ilgili kararları hep “Önümüzdeki ay kiramı nasıl ödeyeceğim?” sorusu vermişti. Bugün, ne kadar daha sürer bilmiyorum ama bugün, ödemesini düşüneceğim bir kira kontratım yok. Mevcudiyetini korumak zorunda olduğum bir kanepem, kütüphanem ya da gardırobum yok. Taşıdığım tüm yük, iki valiz, bir de sırt çantasından ibaret. Sabah kalkıp belirli bir saatte bulunmam gereken bir işim ya da okulum yok. Bana ait olan şey, düşüncelerim ve zamanım. Ana yoldan çıktım, burası toprak yan yol.

İşsizlik korkusu ile bir hata yaptım geçenlerde. İnat etmedim, kim ne der, kime ne derim diye düşünmeden vazgeçtim. Eskiden olsa diretirdim. Yaptığım bu hata bana bugün özgürlüğümü verdi. Öylece oturuyorum çoğu zaman. Yemeğim, çayım, sigaram bittikten sonra ellerimi kucağımın üzerinde kavuşturup, gazete/kitap okumadan ya da telefonumla oynamadan öylece oturuyorum ve düşünüyorum. Eskiden duramazdım, en az iki işle birden uğraşırdım. Öylece oturup düşününce gördüm ki geçen bir yılda çok değişmişim. Eskiden her sorunun yanıtını verirdim, bugün ise bilmiyorum. Günlerden hangi gün olduğunu bilmiyorum, çoğu zaman saatin kaç olduğunu bile bilmiyorum. Zaman bana hiç bu kadar bonkör davranmamıştı.

Yıllardır yorgunum. Yıllardır hep biraz zamanım olsun istedim. Oldu. Böylesi değildi aklımdaki ama oldu işte. Günün yirmi dört saati bana ait. İlk bir hafta tatil gibi geçti. Zaman üzerindeki aidiyet duygumuz, tatil tecrübeleri ile sınırlı çünkü. On gün sonra kendimi nereye koyacağımı bilememeye başladım. Hiç bu kadar zamanım olmamıştı. Saatlerce okuyor, saatlerce izliyor, canım ne isterse onu yapıyor, hatta benden zaman çaldığını düşünmeden saatlerce uyuyordum ve hala daha zamanım kalıyordu. Dağlar üzerime devrilmeye başladı. Hayatımla ne yapacağım, sorgusuna teslim oldum. Pek çok şeyin; işin, paranın, aşkın hem varlığını hem yokluğunu tecrübe etmiştim ama zamanın sadece yokluk halini biliyordum. Bu kadar zamanımın olması beni korkutuyor. Onunla ne yapacağımı bilememek, bu kadar özgür olmak beni korkutuyor. Belki de ilk kez kendime tamamen sahipken, onunla yapacağım bir hayalim olmadığı gerçeği beni korkutuyor.

Bugün başlangıç noktasındayım. Kaybedecek hiçbir şeyim yok. Artık ‘zorunlu sağ istikamet’, ‘U dönüşü yasak’, ‘köprüden önceki son çıkış’ tabelaları yok. Sadece ben varım. Ben bu kadar özgür olmayı bilmiyorum. Ama öğreneceğim.

Bugün Datça’dayım. Ne zamana kadar? Bilmiyorum. İstanbul’a mı döneceğim, başka bir yere mi geçeceğim? Bilmiyorum. Bundan sonra ne yazacağım? Bilmiyorum. Artık ne yapacağımı sormayın bana. Bırakın da bir kere de bilmeyeyim. Bir kere de özgür seçim yapmayı deneyeyim. Olmazsa, döneceğim yer zaten belli. Ama olursa… O zaman başka bir şey olur. Mutlaka yazarım.

Kategori:Kelimeler

9 Yorum

  1. nursen nursen

    Sana güzel bir adam, tatlı bir bebek( hangisi tatlı değil ayrıca) diliyorum güzel kız..Zamanı boşver, geçip gidiyor işte….Yaz bol bol..Oku..Sonra? Sonrası canının sağlığı! Bakalım hayat seni nereye götürecek? Yolun düşerse beklerim.Seninle tanışmak istiyorum biliyorsun..Mailden bana ulaşırsan sevinirim.

  2. Düzeni kabullenmiş bi zihin, vazgeçmiş bi yürek olmaktansa hissettiğim ve inandığım bişeyin peşinden gitmiş biri olmayı tercih ederim her zaman.. Hayat her zaman cesur olanların ve sen gayet cesurdun. Giderken de dönerken de. Öyle ”mutluluğun bir yanılsama, çölde vaha” olduğu falan da yok bence. Sağlıklı olduğumuz sürece içimizdeki sesin peşinden gidicez tabiki de. Ben de sabırsızlıkla yeni yazılarını bekliyorum. Yalnız değilsin ❤

  3. Sabırsızlıkla yeni yazınızı bekliyorum öenmli değil nereden nasıl ve ne zaman yacağınız.Kapadokya ya da beklerim.

  4. İşte ‘çağın ibadeti’ binasının temeline dinamit koyduğun an! Hani hep dediler ya bize, şu duvarı ör, şu sıvayı vur, şu pencereyi tak, şu perdeyi as, şu duvarı şu renge boya, bi de kapıyı da iyice kilitle işte o zaman gelecek mutluluk! Hep bir inşaat hali öğütlendi! Söz dinledik, ve bittiğinde binanın dış cephesi ve ince işçiliği, soğuk, buz gibi bir tokat attı rüzgar yüzümüze.
    Meğer mutluluk bir yanılsama, çölde vahaymış.
    Meğer bazen anlam, yapmakta, düzeltmekte, çeki düzen vermekte, tamir etmekte değil, yıkmakta alt üst etmekte, en toprak yolda olabilirmiş.
    Ve meğer tamamlanma ya da ‘içindeki içi arama’ bazen bu güvensiz, ezberlerle tutmayan, kalıplara sığmayan, kafa karıştıran, huzursuzluk yaratan bu amansız boşlukta asılı vaziyette saklanırmış.
    Şimdi işte ‘içindeki sema’dan kavrayıp, yere indirmenin vakti onu!
    Rast gele!
    d

  5. zamana sahip olmak korkutucu.. evet..
    bu arada datcayi mesken tutan sanirim senin yaslarinda.. bisikletiyle dunyayi guzellestiren yazan pisiren zeren somunkirani bulsan keske… ordayken.. onun yerkesik rahatligi sana da bulasir mi ki…

  6. Bütün korkular insanı aklındaki, içindeki istekten başka yönlere saptırıyor sanırım, ve dönüp dolaşıp gerçekten istediğimiz yola giriyoruz, korkularla biraz olsun bile baş edebilince.. Çok soyut gibi gelse de kulağa bir sefer yapan aslında hep yapabiliyor.

    Sevgiler…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

%d blogcu bunu beğendi: