Beş yaşımdan bu yana yazıyorum, oysa konuşmayı öğreneli daha beş yıl bile olmadı. Hala da becerebildiğim söylenemez. Oysa kağıt üzerinde kelimeler dünyasının oyunbazıyım, yeri gelirse manipülasyonun ustasıyım. Zaman zaman kalpsiz zaman zaman ise merhametsiz olarak sıfatlandırabilecek kadar gerçekçiyim bu hayatta. Duygulara tanımlanmış kelimelerle kavgalı olduğum için duygusuz addedilirim çoğu zaman. Her yeni gün yeni bir şeye dönüşür, süreklilik halinde değişirim. Değişmeyen, değiştiremediğim belki de değişmemesi gerekmeyen tek şey kelimelerle yıllardır süregelen kavgam. Sessiz harfler gibidir benim kelamlarım, sadece kağıt üzerinde anlamlı. Nefes bulamaz benim kelamlarım, sesleri çıkamaz…
Çünkü ben inandım ki değerli olan ben söylemeden ne hissettiğimi anlayabilmeleriydi. Ve ben inandım ki anlamlı olan ben talep etmeden ihtiyacım olanı verebilmeleriydi. İnandım ki sesli ya da sessiz kelimeleri kullanmama gerek olmadan benim olan, gerçekte ‘benim’ olandı.
Akıllı insan işi değil kelimelerle uğraşmak. Ben de gün günden aklımı yitiriyorum belki de. Her zaman yinelediğim gibi anlaşılmak gibi bir kaygım yok ama hep yanlış anlaşılmaktan korkuyorum. Çok korkuyorum. Ya benim içimden akanların beynimde örtüştüğü kelimeler sesli telaffuz edilip on(lar)a ulaştığında, o kelimelerin on(lar)daki anlamları benim içimden akanlardan başka bir şeyle eşleşir diye korkuyorum. Suskunluğum kifayetsizliğimden değil korkularımdan. En çok da yüksek sesle ve kahkahalarla konuştuğum zamanlarda susuyorum ki suskunluğuma en çok yakışan maske bu. Aynı kelimelere aynı anlamları verdiğimizden emin olamıyorum hiçbir zaman.
Ağız dolusu “seni seviyorum” bile diyemedim ben, ancak kuantum fiziğine saygıyla olasılığı öldürme eylemlerini kaleme alabildim. Sevmenin kaç türlü hali var? Ben ismin beş halinden fazlasını bilmiyorum ama eminim ki benim keşfedebildiklerimden çok fazladır. Yine de özü hep aynı, özü sadece ‘sevmek’ değil midir? Yalın haliyle ağız dolusu “seni seviyorum” bile diyemedim ben. Bu cümlenin bile on(lar)daki mealinin bendekiyle aynı olduğuna emin olamıyorum hiçbir zaman.
Sonra bir gün sesli cümlelerin oyunbazı bir sanatçının yeni bir şarkısını dinliyorum ve içim acıyor, kalbim yerinden sökülüyor, nefes alamıyorum gibi hissediyorum. Önce kıskanıyorum. Özne, nesne ve yüklem üçgenindeki basit cümlelerini ölesiye kıskanıyorum. Cümlelerine ses veren nefesini kıskanıyorum. Kendime engel olamadan tekrar ve tekrar dinliyorum şarkıyı. Sonra kızıyorum ona. Ben biri(leri)ni çok sevmiş olabilirim, evet zordu anlaması sessizliğimden ki anlayamadı(lar) hiçbir zaman. Şimdi onun haddine miydi bu hissiyata nefes olmak, ona ses vermek? Sussun istiyorum, bu şarkıyı dinleyen herkes ne dinlediğini unutsun istiyorum, dünya üzerindeki varlığı silinsin istiyorum. Bu şarkı çaldıkça kendimi metropol meydanlarında çırılçıplak hissediyorum. Sessizliğim, suskunluğum, kim(ler)i ne kadar çok sevdiğim ve kim(ler)in bunu nasıl anla(ya)madığı sadece bende saklı kalsın istiyorum.
Kelimelerin kıfayetsizliğinde miydi bu sessiz kalışlar? Sonradan maskeler arkasında sakladığım bu çaresiz haykırışlar ve bir dolu pişmanlıklar… Hayat değil mi ? Hayırlısı be ustam, sessizliğe haykıralım o zaman sessizce; ”Seni Seviyorum”…
Reblogged this on yasarnorman.