İçeriğe geç

Lütfen Eve Dönelim..

LutfenEveDonelimYabancı değil, benden bir parça. Kendimi bildim bileli hep içimde bir yerde durur, ara sıra yoklar, şimdilerde yakamı bırakmıyor. Hani sabahın köründen akşamın bir vaktine, oradan oraya sokaklarda sürüklendiğin bir günde, hava soğuksa, hele de yağmur varsa, bir de ayakkabıların su almışsa, hiçbir kuytuda için ısınmıyorsa ve kendini  pis hissediyorsan ve çoraplarını kurutacak bir yer bulamadıysan ve de çok yorgunsan, zorla bile gülümseyemiyorsan, kahvenin şarabın hatta sigaranın dahi tadı kaçtıysa yarenine dönüp dersin ya:

“Lütfen eve dönelim.”

Hava yirmi bir derece, güneşli; diyor haber bültenleri. Ayaklarım yerden soğuk çekmesin diye bağdaş kurmuşum kanepenin köşesinde, sırtımda hırkam, üzerinde battaniye tir tir titriyorum. Duvarları izliyorum saatlerdir. Sağa devriliyorum bazen, bazen de sola. Kaburgalarımın içinde 7,6 şiddetinde bir deprem oluyor, iç organlarım birbiri üzerine yıkılıyor. Midem büzüşmüş, kalbimin ritmi şaşmış, kulaklarım uğulduyor.

“Yalnızlıktan öleceğim artık, hadi eve dönelim.”

Sobalı evin sobasız odasındaki yün yorganın altında yatan dipsiz soğuk kadar ağır bir yalnızlık, öğrenci yurdunun ranzasına serdikleri nevresimin tendeki  mukavva hissi kadar sert bir yalnızlık, evde kalan eşyalarını toplayan sevgilinin artık sevgilinin olmayışını izlemek kadar eski bir yalnızlık, mahallede seni oyuna almadılar diye ağlayabileceğin bir anne kucağı bulamamak kadar küskün bir yalnızlık, ameliyat sonrasında hastane odasındaki yarı narkozlu gece kadar bitmez bir yalnızlık…

“Dayanamıyorum, ne olur eve dönelim.”

Eve dönmek, turuncu ve sıcak bir şey. Babaannemin evi düşerken aklıma, battaniyeyi omuzlarımdan atıyorum. Kapıda nemli gözlerle çığlık çığlığa beni karşıladığını görebiliyorum. Tarhana çorbası gibi, sobanın üzerindeki kırmızıya dönmüş ıhlamur gibi, havluya sarıp ayaklarımın altına koyduğu sıcak tuğla gibi, evin yolunu bulamadığım yıllar boyunca hiç vazgeçmeden belki gelirim diye bir köşede benim için iki avuç kestane saklayan babaannem gibi… Cenin olup ana rahmine dönmüşçesine her şey sımsıkı kucaklarken beni, fark ediyorum da burası benim evim değil ki!

“Eve gitmeyecek miydik?”

Otobüsten yanlış durakta inip evinin yolunu bulamayan çocuk gibi dolanıyorum odanın içinde. Hırkamı çıkartıp atarken köşeye, büyüdüğüm evde, anneannemin ortalığı silgi tozları ile kirletmeyeyim diye ders çalışmam için bana tahsis ettiği mutfak masasında buluyorum kendimi. İlk günlüklerimi dolduran naif cümleler gibi, bir erkeği öpmenin nasıl olacağını düşlemenin masumiyeti gibi, ocakta kaynayan börülcenin tüm eve yayılmış kokusu gibi, kabusların dürttüğü gecelerde bir gözümü açıp yan yatakta uyuyan dayımı görmenin verdiği güven gibi, dedemin dizine yatıp kedi misali saatlerce sırtımı kaşıtmanın sonsuz huzuru gibi… Tam da uykuya teslim edecekken kendimi, odam misafir odasına dönmüşken, ilk gençlik hayallerim sandık odasında bir kutuya sığmışken, burası da artık benim evim değil ki!

“Benim evim neresi? Nereye gideceğim ben?”

Hırkamı giyiyorum üzerime, İstanbul soğuktur bu mevsimde. Benim şehrim, ilk aşkım, ömrümün yarısı. Üzerinde büyüyüp de adam olduğum bar sandalyelerim gibi, küf kokan sinema salonlarım gibi; hayran olduğum tiyatro oyuncusunun peşinden saatlerce yürüdüğüm ara sokaklar gibi; kitapçım, kahvecim, tütüncüm, menemencim gibi, düşüp düşüp yine ayağa kalkmak gibi, bir daha kimseyi böyle sevemem derken yeniden aşık olmak gibi; eşim, dostum, arkadaşlarım gibi, insanlığım gibi, kadınlığım gibi… Şehre teşrifimle, beni ben yapan tüm iyelik eklerim meydanı bayram yerine çevirmişken; kedilerim, köpeğim, başucu kitaplarımın olmadığı bu yere artık ait hissetmiyorum kendimi. Üşüyorum.

“Dönecek yerim yok mu?”

Battaniyenin şefkatli kollarına geri bırakıyorum bedenimi. Kaburgalarımın içinde artçı depremler… “Sakin ol, buradayım” diyen Luna, kucağıma atlayıp kafasını göğsüme sokarak gırıldamaya başlıyor. Yalnız bir yalnızlık değil benimkisi, sevgisiz bir yalnızlık hiç değil. Yalnızlığın kelime anlamından büyük, mesnetsiz ve de tükenmeyen bir yalnızlık…

1988 yazı… Sinop’ta annemin küçük teyzesinin evindeyiz. Düğünümüz var, tüm aile bir arada. Hatun kişiler sabahtan akşama hummalı bir hazırlık halinde, temizlik yapılıyor, yeni gelin evi hazırlanıyor, elbiseler dikiliyor. Turuncu bir hatıra, herkes gülümsüyor. Zeki Müren’in ‘Gözlerin Doğuyor Gecelerime’ albümü yeni çıkmış. Ben daha yedi yaşındayım, sadece ayak altında dolaşıyorum. Çay demleniyor sürekli, bir de kaset çevriliyor. B yüzü son şarkı ‘Ben Zeki Müren’ çalmaya başladı mı, canımdan can kopar gibi ağlıyorum. Yedi yaşındayım, herkes dalga geçiyor benimle. Engel olmaya çalışıyorum kendime her seferinde ama “Kimsesizlerin kimsesiziyim, kimsesizim… Yalnızların yalnızıyım, yalnızım…” dediği anda dudaklarım başlıyor titremeye, “İsmim Mesut, göbek adım Bahtiyar…” dedi mi koyuveriyorum gözyaşlarını… Ev kahkahadan yıkılıyor.

Kendimi bildim bileli hep içimde bir yerde durur bu yalnızlık… Kader diye bir şey var mıdır? Çocuk kaderini bilir mi? Adım ‘mutlu’ sıfatı ile yaftalanmış. Oysa sevgilisinin koynunda yatarken “Ben mutsuzum” diye içine içine ağlayacak kadar yalnız, benim yalnızlık.

Hava soğuk, çoraplarım ıslak, karnım aç, çok çişim var; ne olur artık eve dönelim.

BAVUL Dergi Aralık 2015 sayısında yayınlanmıştır.

Kategori:Bavul DergiGenel

9 Yorum

  1. Gökceee Gökceee

    mahallede seni oyuna almadılar diye ağlayabileceğin bir anne kucağı bulamamak kadar küskün bir yalnızlık??????

  2. Berrin Berrin

    ne hoş dolu dolu bi yazı gene. Yüreğine kalemine sağlık güzel dost..

  3. Turhan Turhan

    Ya,artık dönecek bir evin yoksa o çok sevdiğin şehirde benim gibi.önünde 2 seçenek var bence.kalan ömrünü doyasıya ama eski huzurun olmadan yaşamak mı ayrıldığın şehirde,yada yaşadıklarını geride bırakıp ömrünün kalan kısmını huzur dolu bir yerde mesela küçük bir sahil kasabası veya bir balıkçı köyünde,doğal yaşam içinde yaşamak..işte bu kararı yine sen vermelisiniz sevgili Fulsen.Ama vereceğim karar,eski yaşantından farklı olmalı,asla bu kararında pişmanlıklar olmamalı.Zaten Hayat maceramız Kısa.Sen kendini nerede Mutlu hissediyorsa,işte orayı asla bırakma derim.Sevgilerimle.

  4. selcuk selcuk

    Yalnızlık mı kaybetmek mi? Yalnız mısın kaybettin mi? Yoksa bunların en kötüsü vaz mı geçtin? Sen, başkalarına benim örnek gösterdiğim, cesaretlendirmek için hikayesini anlattığım kişisin. Umarım yazıyı yanlış anlamışızdır, yolun Dalaman’a düşerse, burda bir kaç dost ile birlikte demli bir çayla bir daha düşünürüz bunları belki, dost meclisinde ortak oluruz yalnızlığına, kedi köpek de dahil.

  5. İnsanın içini ısıtan sıcacık bir yazı; yüreğinize sağlık.

  6. tgy tgy

    Evet , eve geri dönebilirsin. Kedilerin , köpeğin ve başucu kitaplarının olduğu yere. Peki onlar hala orada mı ? Her şeye isyan edip , olduğu gibi bırakıp çıkıp gittiğin günden bu güne , her bıraktığın yerli yerinde mi ? Diyelim ki öyle , her şeye kaldığın yerden devam etmeyi düşünüyor musun ? Bu yaşadığın bir kaç seneyi 10 dakikalık film arasıymış gibi düşünüp , diğer taraftan hiç bir okuldan ve de öğretmenden alamadığın bir eğitimi almış olduğuna kani gelip , bu donanımla kaldığın yerden devam etmeye hazır mısın ? Ki her şey bıraktığın yerde , yerli yerinde duruyor , seni bekliyorsa. Ya durmuyorsa ?

  7. Tutku umut Tutku umut

    Çok güzeldi tekrar tekrar okudum..

  8. Gökçe Yılmaz Gökçe Yılmaz

    Hala Datça’da mısınız bilmiyorum… Bana sanki oradaymışsınız gibi geldi. Daha önce de yazdım size bu konuda. İki sene önce ben de Datça’da böyle soğuk, yalnız ve üşümüş bir kış geçirmiştim. Datça’nın tüm güzelliğine rağmen kendini böyle ıssız ve soğuk hissettiren bir yanı ve ilişki(sizlik)leri var maalesef… Sonra uçarak, koşarak ve kaçarak geldiğim yere Kaş’a geri dönmüştüm. Şimdi Kaş’ta o kedi yavrusu yalnızlığını yaşamıyorum. Ben de büyük kentten yaptığı mesleği, tüm geçmişini, konforlarını bırakıp deniz ve küçük yer özlemiyle Kaş’a yerleşenlerdenim. Bir ara Datça’yı denedim. Olmadı. Bence her ilçenin bir atmosferi ve kişiliği var. Datça’daysanız eğer, orası uygun mu değil size acaba? Benim gibi… Kaş’a da bekleriz…. Gökçe YILMAZ.

  9. gamze gamze

    harikasın…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

%d blogcu bunu beğendi: