İçeriğe geç

Devren Kiralık Hayaller..

Hayal kurmanın bir yaş sınırı var mıdır? Hayallerin son kullanma tarihi nedir?

On iki yaşında odanın duvarlarını kırmızıya boyamayı hayal edersin, yirmi üç yaşında duvarları kırmızı boyanmış bir odada on dakikadan fazla duramazsın. On beş yaşında üniversite sınavında İstanbul’u kazanmayı hayal edersin, otuz iki yaşında düğünler ve cenazeler dışında İstanbul’dan ayağını çekersin. Otuz bir yaşında başka bir hayat mümkün mü diye hayal edersin, cakalı takım elbiselerinden vazgeçersin; otuz sekiz yaşında âşık olduğun kasabayı bile terk edersin.

Devamını oku: Devren Kiralık Hayaller..

Ben; yoldaşım, yarenim, sevgilim, hayat eşim değil eşitim ile birlikte sekiz yıl önce bir hayal kurduk. Bir kitapçı ama bir kitapçıdan fazlası.. Bir restoran ama lezzet üretirken tam da o bildiğiniz restoranlardan değil.. Kahvenin, suyun, işemenin insanlık hakkı olduğunu savunan, depremde, eylemde, 8 Mart’ta, 1 Mayıs’ta politik, her seçim sonrası taziye evi gibi, kızıyla oğluyla tartışanlar için bir nefes, annesi babasıyla kavga edenler için başka bir bakış açısı, bir kuaförün saçını gelin kafasına çevirenler için müdahale noktası, mevsim normallerine bakmadan kendini sokağa atanlar için bir hırka temin noktası yani kısaca bir yaşam alanı.. Menüsünde beş peynirli pizza değil Kasabanın En Güzel Kızı, ton balıklı pizza değil Kaptan Ahab’ın saplantılarıyla Moby Dick, boğazından geçerse brokolili pizza Ah’lar Ağacı, deniz kokan midyeli pizzası Robinson Crouse, her lokmasında edebiyat; her çorbasında şifa.. Beş yıldır da hayallerimizin içinde yaşıyoruz. Çok güzel anılar biriktirdik, çok güzel dostlar topladık. Derken.. Değiştir tanrılarıyla, göçmen perileri yine ziyaretimize geldi.

Yapma etme sesleri hemen yükseldi. Yapma etme, İzmir’de oku diyen sesler.. Yapma etme, o bankadan istifa edilir mi, o maaş bırakılır mı diyen sesler.. Yapma etme, ne demek kurumsala dönmemek diyen sesler.. Yapma etme daha kaç yaşındasın, Datça’da ölürsün diyen sesler.. Yapma etme Datça’dan ayrılmak da ne demek, başka bir yerde nefes alamazsın diyen sesler.. Bu kadar emeğe yazık değil mi, diyor şimdi? O sesleri dinleseydim çok bedbaht bir hayatım olurdu. Korkmuyor muyum, korkuyorum yine, her zamanki gibi.. Heyecanlı mıyım, çok, her zamankinden bile fazla.. Bu kararı verdiğimizden beri kendimi yeniden yirmi beş yaşındaymışım gibi hissediyorum.

Şundan on iki yıl önce çift diplomayı yakmak nasıl gerçekdışı bir şey ise, on üç yıl önce şehirden göçmek nasıl bir hayal üstü bir şey ise; kabul edelim şimdi bir zamanların “sen/siz gerçek olamazsınız”ları herkesin hikâyesi oldu. Benim Garson ve Mutlu’yu yazdığım yıllarda henüz çocuk olanlar şimdi üniversiteyi bitirip takım elbise giydi, bir kısmı da giymemek için direniyor. Benim Aşk Olsun’u yazdığım yıllarda üniversiteye giden gençler, diplomasına bakmadan ülkenin herhangi bir kasabasında ruhunu yaşatan ne iş bulduysa şimdi onu yapıyor. Devir değişiyor, dünya değişiyor, ülke boğazına kadar b*ka batmış. Ben ne yapıyordum? Yerleri paspaslayıp, kitapların tozunu alıyordum. Özür dilerim, önce kendimden..

Şimdi mi?

Hayata düşmemin üzerine dünya güneşin etrafında kırk üç kez dönerken ben de yedi farklı hayat yaşadım. Tamam, duvarları kırmızıya boyamayacağım yeniden ama başka bir hayat daha, başka bir hayal daha mümkün diyorum. Dünyaya bir kez geliyorsun, bir hayatın var sözlerinin hepsi yalan; ben şimdi sekizinci hayatıma koşarken peşinden dokuzuncusunun geleceğini de biliyorum.

Tolstoy’un dediği gibi “Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar: Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir”. Ben, şahsen, bizzat kendim yani o bildiğiniz Fulsen şimdi yeni bir yolculuk hazırlığında: Ayvalık merkezden uzağa, biraz daha kırsala, biraz daha sayfiyeye, biraz daha kendine doğru bir yolculuk..

Kısa vadede, saçlarımı istediğim zaman topladığım, tırnaklarımı uzatıp boyadığım; eteğimdeki delikleri, tişörtümdeki lekeleri umursamadığım; günün ilk ışıklarına kadar yazdığım, günün doğumunu balkonda iki duble rakı içerek karşıladığım, eve dönme acelesinden ırak köpeğimle uzun uzun yürüdüğüm, kedilerimle öğle uykularına yattığım, akşamüstü kahveleriyle güne yeniden başladığım, misafir gelecek arkadaşlarıma ne pişirsem diye yeni tarifler aradığım, üç yıldır kendime ayırdığım kitapları okuduğum, her şeyi unutabildiğim ama çiçeklerimi sulamayı asla unutmayacağım günler hayal ediyorum.. Orta vadede yeni hayallerimin ne olduğunu keşfedeceğim günleri hayal ediyorum..

İşini sevmek bir şey, sabaha kadar yazmak yerine kuşluk vaktinde kalkıp makarna açmam lazım demek başka bir şey.. İşini iyi yapmak bir şey, eksik listesi hazırlayıp tedarikçileri aramak yerine üç gün odadan çıkmadan yazmaya devam etmek bambaşka bir şey.. İşini sevmek, işini iyi yapmak yetseydi; ben hala bir finansal danışman, müşteri ilişkileri yöneticisi, iletişim danışmanı, garson ya da şarap satıcısı olarak kalabilirdim. Önce kendimden, sonra blog, dergi ya da roman –hiç fark etmez- yeni bir yazını ne zaman okuyacağız diye soran, sekiz yıldır beklettiğim herkesten özür dilerim. Affet beni Fulsen, siz de affedin.. Ben şimdi kitapçı, pizzacı, makarnacı, sosyal medya içerik üreticisi değil de aslında yazar olduğumu yeniden hatırlamak istiyorum, kırk dört yaşındaki Fulsen’le tanışacağım, onunla tartışacağım bir yıl hayal ediyorum. Bilirsiniz ben kendimle çok iyi kavga ederim, kırdığım kaburgaları beyaz kâğıt üzerinde okuyacaksınız.

Bugün on iki yaşındaki bir kızın kendi evine çıktığında duvarlarını kırmızıya boyayacağını hayal ettiğini biliyorum. Üniversite sınavında İstanbul’u kazanmak isteyen gençlerle kahve içiyorum. Ve biliyorum ki şu anda birileri bir yerde benim şu anki hayatımı yaşamayı hayal ediyor.

Yıllardır her hafta en az bir kez, kapıdan içeri girdiği gibi “Hayal ettiğim dükkanı kurmuşsunuz” diyen o insanlar için.. Şimdi sizden ricam, elden ele kulaktan kulağa, devren kiralık bu hayali o insanlara ulaştıralım.. Bizim gücümüzün yettiğinin üzerine kendi gücünü, enerjisini, hayallerini eklesin, AHTO biz başta olmak üzere herkesin yaşam alanı olmaya devam etsin..

O sırada Sertaç kendini toprağa versin -artık vasabi mi eker, salon bitkisi mi yetiştirir onun hakkında yazmayacağıma dokuz yıl önce söz vermiştim ama ben yazarken kahvemi sıcak tutacağına dair o da bana söz verdi. Ben mi? Unutmayayım diye adisyonların arkasına not aldığım cümleleri bir araya getirip yeni öyküler yazayım. Sonra belki bir çorbacı açarım, belki de açmam; belki bir süre bulaşıkçı olurum, belki olmam; belki yeni bir romanlar çıkar, kim bilir. Ben bilmiyorum.. İlk kez bilmemek bana huzur veriyor..

Merhaba, ben Fulsen. Geri döndüm..

Detaylar için: https://www.sahibinden.com/ilan/emlak-is-yeri-devren-kiralik-ayvalik-merkezde-carsi-icinde-devren-kiralik-konsept-mekan-1255001660/detay

Kategori:İtirafname

3 Yorum

  1. Bir yerde uzun süre kalamamak, hem özgürlük hem, zorluk hem de zorunluluk barındıran bir eylem. İlham verici olduğu kadar bünyesinde tükenmişliği de barındırıyor. Sizin için heyecan verici olsun. Kişisel bağımsızlığınıza kolay uyum sağlamanız dileğiyle. Hayırlı olsun.

  2. Ayşe Özden Ayşe Özden

    Ne mutlu sana ki sonuna gelmemişsin, hala arayış içindesin. Bu seni canlı ve heyecanlı tutacaktır, boş ver çayı çorbayı bununla beslenmek çok daha sağlıklı.
    Ben AHTO yu çok sevdim, hayalim oradaki raflardan istediğim bir kitabı alıp güzel demlenmiş sıcacık çayımı yudumlarken kitabımı olumaktı ama dükkana ilk geldiğim seninle ilk tanıştığım gün bizde çay yok dedin, yıkıldım.
    Hayallerinizin hep arzu ettiğin gibi gerçekleşmesi dileklerimle.
    Sizleri çok sevdim, yolunuz, hayalleriniz açık olsun.

  3. Bana bu Şiiri yazdıran mekan

    Ne güzeldi geçen eylül …
    Aklımda kelimeler,mevsimsonu şiirleri ,
    yazdan artan mavilik, kırığı incitmeyen hayaller.
    Susmalar ,uzun uzun konuşmaların ardından gelen o ince narin susmalar

    Yüzümü şiirin buğusuna gömüyorum
    bir masanın ayağı inceden sallanıyor.
    Bir kağıt koyuyorum ayağın boşluğuna
    ama zemin bozuk ne yapsan kurtarmıyor…

    Mevsim dönüyor…

    Bir ömrün künyesinden bir yaz daha düşüyor.
    Sağılan yara gibi günlerimiz.
    Yeni şeyler; eşyalar ,arabalar , ışıklı tabelalar
    ucuz bir yara bandı gibi birazcık sarıyor sonradan bırakıyor

    Gizliden konuyor rakımız
    Alçaklığın aşikar olduğu koşullarda,
    güzel şeyler köşe bucak saklanıyor.

    Gün batımını koyduk masamıza .
    Adını kendimiz koyduğumuz lokmalar boğazımızdan endişeyle geçerken
    kalbimizin sesini yoksunluk bastırıyor…

    Sana geçen yazdan hüzün getirdim
    Sana avucumda hazan getirdim

Önder Güngör için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir