Özgür Üniversitemiz Vikipedi tarafından; ekonomik, sosyal, teknolojik, kültürel, politik ve ekolojik denge açılardan küresel bütünleşmenin, entegrasyon ve dayanışmanın artması anlamına geldiği belirtilen KÜRESELLEŞME kavramı, Türk Dil Kurumu’na ne zaman girdiği bilinmemekle birlikte Kurumun tanımlama noktasındaki acizliğinin son noktasıdır.
Küreselleşme isim Küreselleşmek durumu, globalleşme
Globalleşme isim Küreselleşme
Bkz. Tdk.gov.tr
Öz dilimizde tanımlayamadığımız ama çaresizde hayatımıza aldığımız ‘küreselleşme’yi, anlamı bilerek ya da bilmeyerek ya da bilip de bilmezlikten gelerek “Küreselleşen dünyamızda…” diye başlayan cümlelerde kullanmayı pek seviyoruz.
Tüme varım yaparak ilerleyelim.
İNSAN. Genetik kodlarına ‘madde bağımlılığı’ işlenmiş yürüyebilen ve kendini dünyanın hakimi sanan yaratık. Gözünün gördüğü her şeye sahip olmak isteyen bir canlı türü. İlk insanlara kadar gidersek, taş ve sopaya sahip olma dürtüsüyle başlayan bu süreç, toprağa sahip olma kavramıyla pekişip, şimdilerde akıllı telefonlara, adını yazmayı beceremedikleri İtalyan marka pantolonlara, LED ekran televizyonlara vardırmayı başardı.
TOPLUM. Dahası mı kendi türünden olan insanı bile MADDE olarak tanımlayan bu canlı türü, yani bizler, diğer insanlara da sahip olmak için her şeyi yaptık. Geçmişe baktığımızda monarşi, teokrasi gibi kavramlar tarih kitaplarına böyle girdi. Sanayi devrimi sonrasında ‘sosyalleştiği’ iddia edilen bu düzende köleliğin tüm dünyada yasaklanması 1926 yılını buldu. Peki, bu yasaklama bir isim değişikliği ile köleliği meşrulaştırmaktan öteye gidebildi mi?
EKONOMİ. Yeterince maddeye sahip olmayan insanlara, o maddelere sahip olma hayalleri kurdurtularak; çok maddeye sahip olan insanların daha çok maddeye sahip olmaları için geliştirilmiş yeni cesur dünyanın kölelik sistemi. Küreselleşmenin Vikipedi tanımına geri dönecek olursak, bahsi geçen sosyal, teknolojik, kültürel, politik ve ekolojik denge kavramlarının hepsi ekonominin pazarlama enstrümanları.
O zaman şimdi küreselleşmeyi yeniden tanımlayalım.
Hikayenin kahramanı A kişisi. Onu Bay Smith diye adlandıralım. Bay Smith çok zengin olmak isteyen bir zat-ı muhterem. Çalışıyor, çabalıyor, mevcutta sahip olduklarıyla yatırım yapıyor ve varlığı bu dünyada çok da elzem olmayan bir cisim yaratıyor. Hadi bu cismin adı da akıllı telefon olsun. İlk iş bu akıllı telefonları, en zenginlere, en yüksek ücretler karşılığında satıyor. Bahsi geçen bu insan topluluğu kimsede olmayana sahip olma ve/veya kendisine eşdeğer kişinin sahip olduğuna mutlaka sahip olma dürtüsüyle bu telefonları alıyor. Bay Smith iyi de para yapıyor bu işten. Diyelim ki 50 kişiye 500 liradan sattı telefonları, 51’inci çok zengini bulamadığında tıkanıyor. Ama adı üzerinde bağımlılık bu, daha fazlasını istiyor. O zaman ne yapıyor? Varlığı çok da elzem olmayan bu akıllı telefonları, varlığı elzemmiş gibi pazarlamaya başlıyor. Önce beyaz perdeden giriyor. Pek muhterem toplum hayran olduğu yıldızların elinde bu telefonları görüyor ve yavaş yavaş onu arzulamaya başlıyor.
Bay Smith eş zamanlı olarak, ürününü daha ucuza daha çok kişiye satmak için maliyetleri nasıl düşürecek, onu hesaplamaya girişiyor. Üretim maliyetini kısmanın en başlıca yollarından, insan kaynağı, enerji ve üretim alanı (toprak) maliyetlerine odaklanıyor. Ekonomisi (?) Bay Smith’in bulunduğu coğrafyadan daha zayıf bir ülkeyi gözüne kestiriyor ve orada bir fabrika kuruyor. Ülke halkı bu ‘yatırım’ı şölenlerle karşılıyor. Çünkü ayda ancak 500 lira kazanabilen halkına bu adam 2.500 lira vadediyor. 500 liralık ürünün fiyatını da düşürüyor 250 liraya. Hemen akabinde ekonomik (!) seviyesini yükselttiği topluma başlıyor satışa. 50bin kişiye ulaşıyor telefon. Bu esnada reklamlar, pazarlama faaliyetleri ile insanlar o telefon olmadan yaşamayacaklarına inanıyorlar. Yeni satış için gerekli hedef kitleyi oluşturan Bay Smith, daha zayıf ekonomili toplumların halkını ihya etmeye için yoluna devam ediyor. Yeni fabrikalar açıyor, 100 lira kazanan adamlara 500 lira vererek işçi topluyor. 125 liraya düşürdüğü telefonu 50milyon kişiye satıyor. Bu esnada başladığı yeri asla ve kata unutmayan Bay Smith ‘inovasyon’ ürünü yeni modelleri de kurgunun ilk noktasından sisteme sokuyor.
İşte Vikipedi de bahsi geçen DAYANIŞMA sisteminin Türkçe meali.
Sonuç: Üçüncü dünya ülkelerinden birinde bir deprem oluyor. Yıkıntıların üzerinde aç, susuz, perişan bir adam elinde akıllı telefonu ile yakınlara ulaşmaya çalışırken objektiflere yakalanıyor. Bizler de oturduğumuz kanepelerde, kredi kartları sağ olsun olmayan paramızı harcayarak satın aldığımız akıllı telefonlarımızdan bilmem kaç yazıp boş kısa mesajlar göndererek onlar için yardım topluyoruz. İşte bir DAYANIŞMA örneği daha.
Evet, aptallık son bin yılın en büyük icadı; ikinci sırada ise eylemsizlik geliyor ve ne tesadüf ki bu icadın mucide de akıllılar.
Aziz Nesin’in “Türk insanının %60’ı aptaldır” sözüne, bir yanım “Hay ağzını öpeyim” demek isterken diğer yanım “Eksik söylemişsin sadece Türk insanının değil, top yekun dünyanın %60’ı aptaldır deseydin” demek istiyor. Kalanının %5’i akıllı %35’i ise yarım akıllı. Ben çok mu akıllıyım, haşa; akıllı olsam oturup bunları yazılı kayıtlara geçer miydim? Bu düzenin değişmemesinde suçlu muyum, evet! Ben ve kendimi içinde addettiğim yarım akıllı tayfası, bilip de bilmezlikten gelerek, bilip de bildiklerini eyleme dökmeyerek bu sisteme çanak tutuyoruz. Neden? Çünkü öğretmek, zaman ister. Çünkü beyninin en akılcıl yanları bile genetik kodlarına kayıtlı madde bağımlılığı ile savaşmakta zorlanır. Bir insanı herhangi bir bağımlılıktan vazgeçirmek kendine başına bir konu iken, bir toplumun bağımlı arzuları ile savaşmak; kanlı devrim ister.
Peki, biz yarım akıllılardan kim yerinden kalkacak da konfor alanını bozacak? Bizler oturduğumuz yerlerden ahkam keserken, sistem çalışmaya devam edecek. Hatta bizler de sistem için çalışmaya devam edeceğiz. Konfor alanlarımızı korumak için Bay Smith’in yeni ürünlerini pazarlayacağız. Bunu yaparken de ‘en aptal tüketicinin bile kendini akıllı sanıp satın alacağı’ yöntemler kullanacağız. Çünkü sistem aptallardan çok, kendini akıllı zanneden aptallara ve kendini çok akıllı zanneden eylemsizlere ihtiyaç duyar. Bir gün aramızdan birileri çıkıp ‘zekice’ bir şeyler yaptığında, “Bundan anlamazlar” diyen en az bizim kadar yarım akıllı yöneticilere karşı “Ufukları genişlesin” cümlesiyle savunma hakkını kullanıp, kurumsal kölelik içinde ‘doğru ve güzel olan’ı değil ‘karar’ı uygulayıp, eve döndüğümüzde yukardakilere benzer kelamlar yazacağız ve vicdanımız rahat huzur içinde uyumayı dileyeceğiz.
“Türk insanının %60’ı aptaldır” – Aziz Nesin, Siyaset Meydanı, 17.7.94
İlk Yorumu Siz Yapın